Kısa boylu, çelimsiz, hafif sakallı, hertürlü “qırıx ayağı” olan, yolda yürürken parmaklarının ucuna basan bir delikanlıydı... Nüfusta adı Mehmet olmasına rağmen nedendir bilinmez herkes “Aydın” diye çağırırdı onu. Diyarbakır’ın Bağlar semtinde yediden yetmişe onu tanımayan yoktu. Ençok şarabı sever, üstünü mutlaka “dermanla” cilalardı. İçtikçe ve sarhoş oldukça sohbetine doyum olmazdı Aydın’ın. Futbola deli gibi aşıktı. Hatta amatör bir takımda lisansı bile vardı. “Sağ açık” mevkiinde oynatılmadığı zamanlarda isyanın bini bir para oluyordu...
Püsküllü bela ve yapışkan biri olduğundan olacak kendisine “ZIBIL” lakabının kimler tarafından takıldığını kendisi bile bilmezdi. Zıbıl bizim yörede hayvan gübresine denirdi. Hiç kimse yanında Zıbıl deme cesaretinde bulunmazdı, ama “Yiğit lakabı ile anılır” derler ya “Zıbıl” Aydo” demeden kimse tanımazdı onu...
Birgün Bağlar semtindeki Koşu Meydanına Sami adındaki arkadaşı içki içmeye davet eder. Koşu Meydanı; yerleşim yerlerine uzak, ıssız ve geniş bir alandı. Eskiden at yarışları yapılan bu yer, daha sonra mahalle takımlarının futbol oynadığı bir alana çevrilmişti. Bağlar semtindeki “qırıx ayak” ların bıçaklı ve satirli kavgalarına sahne olurdu buralar. Neyse biz konumuza dönelim. Sami, Zıbıl Aydo’ya :”Bak kardaş ben içki miçki içmiyem haa...” der. Zıbıl: “Tamam kardaş içme, sen meze ye” Sami, o güne kadar “Meze”nin ne olduğunu bilmiyor, ama delikanlılık icabı sormayı da kendine yedirmiyor.
Şarap şişeleri birbiri ardına açılırken, yere çilingir sofrası açılır. Sofrada ekmek, peynir, domates, salatalık gibi garibanların rutin yiyecekleri vardır. Zıbıl, şarkı söyleyip, sohbet ederken bir yandan da Sami’yi “Kardaş niye meze yemisen ?” diye uyarır. Sami yerdeki yiyecekleri gözleri ile tek tek kontrol eder ama Zıbıl’ın meze dediği şeyi göremez. Zıbıl, aynı uyarıyı bir daha yapınca, Sami iyice kızar: “Oğlum, akşamdan beri meze ye diyisen sofrada meze yok..!” bunun üzerine Zıbıl sofradaki yiyecekleri eline alarak:”Aha kardaş bu meze, aha bu meze, aha bu da meze” tek tek peyniri, ekmeği, domatesi, salatalığı havaya kaldırarak Sami’ye gösterir. Sami de ona :”Oğlum Aydo senin sarhoşlığın çok pistır, kırk yıllık domatese, peynire, hıyara meze diyisen, biraz daha içsen beni ananın kocasi yapacağsan ben gidiyem” der ve oradan uzaklaşır.
Zıbıl’ın bu ilk öyküsünü Sami’den dinlemiştim. Daha sonra kendisini yakından tanımaya başlamış ve sohbetlerinin müptelası olmuştum.
Bir gece kahvede oturuyorduk. Zıbıl içeri girdi ve yanımızdaki masaya oturdu. İçeri girerken çok ciddi bir ifadeyle sadece başını sallayarak selam verdi. Sağa-sola yalpalıyor, ayakta zor duruyordu. Masaya başını koyup uyumaya başladı. O esnada polisler içeri girip arama yapmaya başladılar. Hepimizin üstü arandıktan sonra polislerden biri Zıbıl’e :”Ayağa kalkmasını ve arama yapacağını söyledi” Zıbıl, uzamış sakalları ve kan çanağına dönmüş gözleri ile perişan bir haldeydi. Polisin uyarısı ile başını koyduğu masadan kaldırdı. Polis:”Kimsin sen ? kimliğini ver bakiim,.!” dediğinde Zıbıl:”Ben Kuzey İrlanda Gerîllasıyam, bana Saddam’ın kellesini getirin, aksi takdirde buradan Şam’a kadar yürüyeceğim” dediğinde biz gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk.Bu sözleri üzerine polisler başına üşüştü. Polislerden şişman olan biri:”Ne diyorsun lan ?” diye çıkışınca Zıbıl:”Sen konuşma lan Şerif Taytıs” der demez karga-tulumba ekip otosuna alıp götürdüler. Birkaç gün karakolda kaldıktan sonra bırakmışlardı. Hemen başına toplandık. O da birkaç günlük karakol macerasını ballandıra ballandıra anlatıyordu. Bir ara kendisine “Aydın o gece polislere söylediğin Kuzey İrlanda Gerillası-Saddam-Şam, bunlar birbirinden uzak şeyler neden söyledin bunları ?” dediğimde Zıbıl hınzır hınzır gülmeye başladı “Siyasî tavır koymişam kardaş” dediğinde o güne kadar bilmediğim siyasi yönünü de öğrenmiş oluyordum Zıbılın...
Dedim ya bir de acaip futbol hastasıydı Zıbıl. Amatör olarak futbol oynadığı takımda hocanın kendisine maçlarda hiç şans tanımadığından hep yakınırdı. Birgün mahallenin bütün küçük çocuklarını toplayarak “Bugün maçım var, gelin beni izleyin” deyip maça götürür, bu arada çocukları “Eğer ikinci yarıda da sahaya çıkmazsam “AYDIN SAHAYA...!” diye tezahürat yapın” diye sıkı sıkıya uyarır. Çocuklar trübüne oturur ve maçı izlemeye başlarlar. İkinci yarıda da Zıbıl’ın sahaya çıkmadığını görünce hep bir ağızdan “AYDIN SAHAYA...!” diye tempo tutarlar. Çocuklar hiç susmadan tezahüratlarına devam ederken, takımın hocası, resmi belgelerde adı “Mehmet” olan “Aydın”ın kim olduğunu yanındakilere sorunca, yedek kulübesinin müdavimi Zıbıl fırlayarak “Hocam Halk beni istiyor…!” diye bağırmaya başlıyor. Bunun üzerine seyircilerin “Yoğun” baskısı ile hoca son on dakikada Zıbıl’ı sahaya sürer. Solbek mevkiinde oynaması gerekirken, hocanın tüm uyarılarına rağmen Sağ açık mevkiine gider. Ama maçın sonuna kadar ayağına top değmez Zıbıl’ın…
Zıbıl belki de “Yıldız” olabilecekken “Sağ açık” oynama kaprisi yüzünden “Büyük emek harcadığı yeşil sahalardan “kopmuş ve hayallerini süsleyen “Yıldız Futbolculuk” özlemi son bulmuştu. “Ne yapacağsan kardaş futbol nankördır” demeyi de ihmal etmiyordu. Bağlar’ın karanlık sokakları Zıbıl’ı yine bağrına basmış ve sanki ona “Oğlum Zıbıl sen kim, yıldız futbolcu olmak kim” diyordu.
Zıbıl’dı bekli de, ama hoşsohbet biriydi. Umutları, sevdaları vardı onun da. Dermanı çektiğinde geçici mutluluklara doğru uçarken, özlemlerinin, hayalini kurduğu güzel düşlerin de birlikte uçtuğunu göremiyordu. Kendi halinde zararsız bir insandı. Zaten “Kimin Tavuğuna Kış dedik” diyordu. Onu “Zıbıllığa” iten yaşamın o kahpe acımasızlığı ve çaresizlik değil miydi? Ama bütün bunlara rağmen İnanıyorum ki şimdi Bağlar semtinin o külhan kahvelerinde parasız, pulsuz oturuyordur. Yolunuz düşerse size en azından bir çay ikram edip, kendisine has üslubu ile “Başım gözüm üstüne bremın” diyecektir.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorum yazarken Küfür, hakaret vb davranışlardan kaçının aksi halde yorumunuz onaylanmaz.